Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Diğer Yayınlar KoleksiyonuBildiri, Rapor, Açık Ders Kaynakları vb. yayınları içerirhttp://hdl.handle.net/11772/8812024-03-28T22:30:58Z2024-03-28T22:30:58ZTürkiye’de idari iş ve işlemlerin çevrenin korunması açısından değerlendirilmesiKayaer, Mesuthttp://hdl.handle.net/11772/162492023-12-04T07:08:07Z2016-08-23T00:00:00ZTürkiye’de idari iş ve işlemlerin çevrenin korunması açısından değerlendirilmesi
Kayaer, Mesut
Bu çalışmada Türkiye örneği özelinde idari iş ve işlemlerin çevreye olumlu ve olumsuz olan/olabilecek etkilerinin bir değerlendirmesi yapılarak çevrenin korunması gerektiği boyutu incelenmiş ve çevresel korumanın önemi vurgulanmıştır. Çevreyle ilgili doğrudan ya da dolaylı olarak idarenin yapma ya da yapmama şeklinde yetki ve sorumluluk üstlenmesi çerçevesinde yükümlülükleri bu incelemenin temelini oluşturmuştur. Ayrıca örnek olay ve mahkeme kararları ile konunun çevreci anlayışla uyumlu olduğu desteklenmeye çalışılmıştır. Çalışmada öncelikle kavramsal çerçeve çizilerek idari iş ve işlemlerin çevreyle ilgili olarak kapsamı belirlenmiştir. Bu gereklilik özellikle idarenin yetki alanından çok sorumluluk alanının belirlenmesidir ve bu durum izin, onay, ruhsat verme, denetleme gibi idarenin takdir yetkisine bırakılmış konularda söz konusudur. Dolayısıyla idarenin iş ve işlemlerinin çevre ile ilgili sonuçları, idare üzerinde özellikle yargısal denetim yolu olmak üzere etkin bir denetim sistemini gerekli kılacaktır.
İdare; iş ve işlemleri ile olduğu kadar hem kendi faaliyetleri hem de denetleyici rolü ile çevrenin kirletilmesi veya korunması konusunda en önemli aktörlerden birisidir. İdarenin çevre korumaya katkısı çevresel duyarlılık derecesi açısından önem taşır. Zira idare önceliğini işsizliği önleme ve ekonomik kalkınmaya verecek olursa çevresel hassasiyetler geri plana atılacaktır. Bu durum idari iş ve işlemlerin çevre üzerinde olumlu olduğu kadar olumsuz sonuçlarının da olduğu gerçeğini göstermektedir. Bu çerçevede idarenin takdir yetkisinin iş ve işlemlere yansıması çeşitli çevreci düzenlemeler yapma, gerektiğinde cezai işlemler uygulama şeklinde geniş bir etki alanının olduğu ortaya konulmuştur. İdarenin çevreci bakış açısından olumlu ya da olumsuz iş ve işlemlerinin ve faaliyetlerinin yargısal denetim ile kişiler, kurumlar ve idarenin kendisi bakımından değerlendirilmesi yapılarak konunun çevre ile uyumlu yönleri olabileceği tespit edilmiştir.
2016-08-23T00:00:00ZTürk ve Arap yakınlaşmasının stratejik önemiBozan, Mahmuthttp://hdl.handle.net/11772/65512020-12-07T09:43:44Z2012-04-21T00:00:00ZTürk ve Arap yakınlaşmasının stratejik önemi
Bozan, Mahmut
Fizikteki merkez ve merkezkaç kuvvetlerinin kütleye etkilerinin benzerini uluslararası ilişkilerde merkezi güçler arasında savrulan devlet ve devletçikler Şeklinde görmek mümkündür. Merkezi güç zayıfladıkça merkezkaç kuvvetlerin çekim alanı tehdidi bağlamakta ve bu alana giren ülke ve devletler kaos ve kargaşadan kurtulamamaktadır. Siyasi tarih içinde bu konuyla ilgili hacimli bölümler bulmak mümkündür. Mesela Selçuklu Devleti‟nin Moğol afeti sonrasındaki durumu tarihe “Tavaif-i Müluk” olarak geçen bir kargaşa döneminin adı olup, ancak Osmanlı Devleti gibi güçlü bir merkezi kuvvetin tarih sahnesine çıkması ile bertaraf edilebilmiştir. Küresel bir siyasi güç olan Osmanlı Devleti‟nin Birinci Cihan Harbi ile tarih sahnesinden silinmesi de farklı bir tavaif-i müluk tablosunu ortaya çıkarmıştır. İslam Dünyası‟nın bu merkezi gücü geriye çekilince Batılı güçlerin çekim alanına giren İslam ülkeleri bir müddet sonra sureten bağımsızlıklarını kazanmış olsalar da gerçekte Batılı güçlerin kontrolü altından çıkamamışlardır. Batılı güçler tarafından kaynakları insafsızca sömürülen bu ülkelerin merkezi bir güç teşkil ederek kendi çekim alanlarından kaçmaması için de düşmanlıklar ve ihtilaf noktaları icat edilmiştir. Bunların içinde tesirleri itibariyle en yıkıcısı, Batılı güçlerin Filistin topraklarında toplama nüfusla bir İsrail Devleti kurmaları olmuştur. ABD ve Batılı güçlerin ileri karakolu gibi hareket eden bu Devlet, sağlanan sınırsız himaye altında çevresi için hem nükleer bir tehdit kaynağı, hem de kontrolsüz bir güç olarak terörist faaliyetlere girişmekten çekinmemiştir. En son icraatı ABD ve NATO çerçevesinde Batılı ülkelerin müttefiki konumundaki Türkiye‟nin Gazze‟ye yardım götüren sivil vatandaşlarını uluslararası sularda vahşice öldürmek olan bu Devlet, farkında olmadan ortaya çıkmaya çalışan yeni bir merkezi güce destek sağlamaktadır. Bu güç Sovyetler Birliği‟nin dağılmasından sonra NATO için komünizm yerine yeni tehdit unsuru olarak ikame edilen İslam dünyasının birliği ve gücüdür. Bu gücü oluşturan iki temel dinamikten birisini Osmanlı Devleti‟nin varisi olan Türkiye teşkil ederken diğer ayağını da tavaif-i müluk pozisyonuna düşen Araplar oluşturmaktadır. Tarih sahnesine tekrar çıkmaya hazırlanan bu merkezi güç Batılı güçlerin yörüngesindeki parçaları tekrar çekim alanına dâhil etmeye adaydır. Batılılar tarafından erken fark edilen bu durum “Yeni Osmanlıcılık” adı ile engellenmeye çalışılmaktadır. Ancak “Arap Baharı” denilen hürriyet ve demokrasi rüzgârlarının uyandırdığı Arap halklarının Batı‟nın çekim alanının dışına çıkarak Türkiye ile siyasi hulus birliğine gitmesi geri dönülmez bir mesafe almıştır. Bu çalışmada ABD menşeli Büyük Ortadoğu Projesi‟nin (BOP) “Arap Baharı” ile alacağı şekil ile Türk-Arap yakınlaşmasının “Ortadoğu sorunu” olarak adlandırılan meseleyi çözme gücü ele alınacaktır.
2012-04-21T00:00:00ZSivil toplum kuruluşları veya demokrasinin turnusol kâğıdıBozan, Mahmuthttp://hdl.handle.net/11772/65502020-12-07T09:39:06Z2014-05-13T00:00:00ZSivil toplum kuruluşları veya demokrasinin turnusol kâğıdı
Bozan, Mahmut
Sivil toplum kuruluşu (STK) olarak adlandırılan hükümet dışı organizasyonlar iki önemli değeri sembolize etmektedir. Bunlardan birincisi, halkın örgütlenme hürriyetidir. Eğer bir ülkede sivil toplum rahatça gelişip kendine yer bulabiliyorsa, o ülkede temel hak ve hürriyetlerin kullanılması teminat altında demektir. İkincisi, iktidara talip olmamakla birlikte halkın taleplerini iktidar ve iktidar talibi olan siyasi partilere aktarmada temsilcilik üstlenenkuruluşların varlığı, demokratik rejimin gelişmişlik düzeyini ortaya koyar. Yani temsili demokrasi o ülkede irtifa kazanmış ve katılımcı bir yapıya kavuşmuş demektir. Ancak hükümetlerin kontrol altında tuttuğu,kurdurduğu veya gizli-açık kurguladığı yapılar da yine o ülkede dikte eden rejimlerin varlığını, hürriyetlerin baskıaltında tutulduğunu, farklı fikirlere tahammül edilemediğinive demokrasinin temsili seviyesinin bile o ülkede bulunmadığını gösteren somut deliller olarak kabul edilebilir. Bu açılardan ülkeler bir değerlendirmeye tabi tutulacak olursa, STK’larınvarlığı, konumu, yapı ve işleyişleri o ülkelerin demokratik yapılarını ortaya koymada bir turnusol kâğıdı vazifesi görebilir. Bu çalışmanın amacı iktidara talip olmayan, fakat iktidarları yalnız da bırakmayan, toplumun mafsalları mesabesindeki STK’ların siyasi sistemle olan ilişkilerini ve demokratik yapı içindeki öneminiortaya koymaktır.
2014-05-13T00:00:00ZDeğerler eğitimi için bir ön şart: Demokratik eğitimBozan, Mahmuthttp://hdl.handle.net/11772/65492020-12-07T09:36:15Z2014-06-21T00:00:00ZDeğerler eğitimi için bir ön şart: Demokratik eğitim
Bozan, Mahmut
Eğitim bir milletin hem kimlik ve değerlerini koruma ve tevarüs etme, hem de bilim ve teknikte ilerlemesini sağlama aracıdır.Eğitimin birinci fonksiyonu kültürel ve yerel, ikinci fonksiyonu ise beynelmilel veya evrenseldir. Eğitim birincisiyle milletleri ibka ederken, ikincisinin sağladığı telahuk-u efkâr ile medeniyetleri inşa eder. Diğer yandan eğitim, çocuğun kabiliyet ve istidatlarını geliştirecek en uygun ortam ve zemini hazırlama sorumluluğudur.Bu ise talebeyi merkeze alan eğitim politikalarıyla mümkün olabilir. Eğitim; bir dönem yapıldığı gibi cesedi yerli, ruhu ve değerleri batılı insan yetiştirme fabrikası değildir ve olmamalıdır. Günümüzde eğitimi mecrasından çıkaran ve bir propaganda aracı haline getiren unsurların başında, insanlığın ortak malı olan teknolojik gelişmelerin batıya mal edilmesi, bunun üzerinden batılı değerlerin kutsanarak “evrensel değer” olarak takdim edilmesi ve içselleştirmesi gayretleri gelmektedir. Eğitimi, “çocukta istendik davranışlar geliştirme” olarak tanımlayan devletçi anlayışta “istendik” davranışlar hiçbir zaman halkın değerleri olamamıştır. Bilakis “evrensel, çağdaş ve modern” gibi ambalajlar içinde sunulan batılı değerler olmuştur. Toplumun bu husustaki görüşlerini soran da yoktur. Batılı değerler millete kanunlarla dayatılmaktadır. Bu durum eğitimin sabit değeri olan kimliğimizi tehdit etmektedir. Ülkemizde değerler eğitiminin yerli yerine oturtulabilmesi için üç tane düzeltmenin yapılmasına ihtiyaç vardır. Bunlardan birincisi, belki de en önemlisi eğitimin demokratikleştirilmesidir. Dikte eden, halkın eğitim talebini dikkate almayan tepeden inmeci anlayışın ortadan kaldırılmasıdır. İkincisi, milletimizi payidar edecek olan can suyu mesabesindeki değerlerimizin eğitime temel teşkil etmesini sağlamaktır. Üçüncüsü ise, insanlığın ortak malı olan bilim ve teknolojiyi batılı değerlerin mütemmim cüzü gibi görmeyi bırakarak, teknolojik yarışta öne geçmeye çalışmaktır. Zemin etüdü yapmadan bina yapmak ne kadar tehlikelere açıksa, eğitimi demokratikleştirmeden eğitim için değer arayışları yapmak da yönlendirmelere o kadar açıktır. Zaten mevcut eğitim sistemi, değerlerini okul öncesinden yüksek öğretime kadar bir tabela gibi kanunların dibacelerine çakmış bulunmaktadır. Bu çalışma, demokrasinin siyasi sistem kadar eğitim için de vazgeçilmez olduğunu ortaya koymayı ve akademik tartışma için zemin oluşturmayı amaçlamaktadır.
2014-06-21T00:00:00Z