Edirne’ye dair bir kehanet risalesi: Takvim-i beşaret
Abstract
İnsanın bilinmezi ve geleceği öğrenme arzusu, onu gök cisimlerinin insanları ve olayları tesiri altına aldıklarını, bu cisimlerin içinde bulunduğu sistemin incelenip yorumlanmasıyla geçmişe ve geleceğe, gaibe dair bilgiler elde etmenin mümkün olduğunu ileri süren ilm-i nücum ehline yani müneccimlere yönlendirmiştir. Müneccim; ‘öte’ ve ‘sonra’yı merak eden insanoğlunun bu merakını gidermek için gelecek kavramını sonsuzluk ve ufuk algısıyla birleştirerek yıldızların durum ve hareketlerinden sistemize ettikleri bir düzenle kehanetlerde bulunur. Kâhinle falcıdan farklı olarak müneccimler, “ilm-i ahkâm-ı nücum” (astroloji) ile ilgilendikleri için ilmiye sınıfına dâhil edilmişlerdir. Osmanlı ve diğer İslam toplumlarında da geleceği keşfetme arzusunda olanların başvurduğu müneccimler özellikle yöneticiler tarafından itibar görmüşlerdir. Osmanlı saray teşkilatında padişahın tahta oturması, savaş ilanı, sadrazam tayini, düğün gibi önemli olayların en uygun ve uğurlu zamanını önceden belirleyen müneccimbaşının en önemli vazifesi takvim hazırlamaktır. Müneccim Hoca (Ali Hafi)’nın 1336 (1918) yılında yazdığı dünyada dört yıl içinde gerçekleşecek olaylara dair bir kehanet risalesi olan Takvim-i Beşaret İstanbul’da Necm-i İstikbal Matbaası’nda basılmıştır. On altı sayfalık bu risalenin zeyli ise 1338/1920’de Edirne’de Tahir Efendi matbaasında basılmıştır. Çalışmamızda Edirne’de üç yıl içinde gerçekleşecek olaylara dair kehanetleri içeren bu risale incelenmiş; çalışmanın sonuna ise eserden hareketle müneccimlik terimleri sözlüğü ilave edilmiştir. Kaynaklarda eserin yazarı ile ilgili herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır ancak risalesindeki ifadelerinden kendisi hakkında fikir sahibi olmak mümkündür. Müneccim Hoca’nın Takvim-i Beşaret dışında, 1913 yılında Nefaset Matbaası’nda basılmış olan Tali-i Sal-i Düvel ve Metali-i Ahval-i Müstakbel adlı başka bir eseri daha vardır. Yazar bu eserinde Cihanzade Ali Hafi ismini kullanmıştır. Müneccim Hoca, Takvim-i Beşaret’te I. Dünya Savaşı sırasında Yunan kuvvetlerince (25 Temmuz 1920’de) işgal edilen Edirne’nin bu işgalden kurtarılacağı ve daima Türk kalacağı yönünde kehanetlerde bulunmuş, aslında duyulmak isteneni müjdelemiştir. Yazar eserinde ayrıca hekim olmadığını ancak nefesinin çok kuvvetli olduğunu, hastaları iyileştirdiğini duyurmuş, hastaların kendisine ulaşması için Edirne’deki adresini vermiştir. İlm’ül-kef (kişinin el, ayak ye yüz hatlarına bakıp huyunu ve şahsiyetini anlamak) vasıtasıyla bir insanın başına neler geleceğini ve kalan ömrünün miktarını görebildiğini belirten yazarın aslında müşteri toplamak adına dağıtılan reklam broşürlerindeki gibi kendini övdüğü, Edirne’ye dair kehanetlerden ziyade kendi reklamını yaptığı tespit edilmiştir.