Asırlık tartışma : Merkeziyet ve adem-i merkeziyet
Özet
Ülkelerin siyasi sistemleri tarihi bir arka plândan beslenerek teşekkül eder. İdari sistemler ise siyasi sistemlerin uygulamaya aktarılma biçimini ifade eder. Devleti meydana getiren üç temel güç bulunmaktadır. Bunlardan birisi devletin teşekkülat esaslarını belirleme ve kanun koyma yetkisini haiz olan yasama, ikincisi icra yetkisine sahip olan yürütme, üçüncüsü ise yargı gücüdür.
Devlet gücünün kullanılmasında iki temel yapılanma vardır. Birisi tekçi yapılardır ki bunlar üniter devlet olarak adlandırılır. Diğeri devlet yetkilerinin paylaşıldığı çoklu veya karma yapılardır ki bunlara da genel olarak federal devlet denilir.
Üniter devletler merkezden yönetim esasına göre yapılanırken, bir devletçikler koalisyonu olan karma veya federal devletler siyaseten adem-i merkeziyet usulünü tercih etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin federal yapıda olması kadar, Türkiye’nin de üniter devlet olması tarihi ve mantıki bir gerçekliktir. Bu noktayı nazardan merkeziyet veya adem-i merkeziyet tartışmasının devletin teşrii gücüyle değil, icra yetkisinin kullanımıyla ilişkilendirilmesi daha doğru olacaktır.
Zira kamu hizmetlerinin halka götürülmesinde idari yerinden yönetim demokratik devlet anlayışının bir gereği ve kamu hizmet açıklarını bertaraf etmenin en müessir bir yolu iken, siyasi adem-i merkeziyet anlayışı üniter devlet yapısını çatlatan, ucu federalizme çıkan bir küçülme senaryosudur. Geleceğin dünya siyasetinde en müessir potansiyel gücün bir mânada oyun dışına itilmesidir. Temel hak ve hürriyetlerin teminat altına alınmasında federalizmi “olmazsa olmaz” şart gibi ileri sürmek sınırlı bir kesimin siyasi ihtirası olabilir ancak ilmi bir mesnedi yoktur. Ayrıca Osmanlı’daki “federal” yapıyı günümüz federal devletlerin yapısıyla özdeş görmek de yanıltıcı olabilir.
Yaklaşık bir asır önce Osmanlı Devleti’nin son demlerinde iki büyük siyasi akımın devletin bekası için ileri sürdükleri merkeziyet-adem-i merkeziyet görüşlerini Türkiye’nin devraldığı tarihi misyonu da dikkate alarak makul bir sonuca ulaştırmada geç kalmamak gerekir. Üstelik Türkiye bu hususta bir asır öncesinden daha iyi bir konumda bulunmaktadır.